Bu sitedeki lavinya.net forum/panolar sayfası bölümü 22 yıl önce yani 2002 yılında kurulmuş, 11 yıl önce 2013 yılında ise aktif kullanımı durmuştur. Güncel/yeni paylaşım yoktur. Yalnızca arşiv/nostalji için yayına açıktır.

2kadin.com röportajı

Feridun Düzağaç Hakkında Sorulan Sorular, Bilgiler, Bildiriler, Konser Duyuruları, Biyografi, şarkı sözleri, albümler, incelemeler.. Feridun Düzağaç Biyografi! - Feridun Düzağaç Şarkı Sözleri!
Cevapla
poormisguidedfool
Üye
Üye
Mesajlar: 33
Kayıt: Pazar, Haziran 22, 2008 00:50
İsim: selcuk

2kadin.com röportajı

Mesaj gönderen poormisguidedfool »

Feridun Düzağaç'ın Hayvan dergisinin ağustos 2008 sayısındaki röportajını ararken bu röportajını buldum.Çok samimi bir röportaj...Bu arada Hayvan dergisi röportajını bulursanız paylaşın lütfen;))

ŞARKILARIN YAZANLARINA İNAT CİNSELLİKLERİ YOKTUR!



Yasemin Pulat: Hayatın başka bir yerinde duruyor gibisiniz. Nedir sizi ortalama bir zeminde tutamayan?
Feridun Düzağaç: Çocukların büyüyünce “ne olacaksın” sorusuna başka türlü cevaplar verdikleri bir dönemde ben sadece yazarak ifade edebildiğimi keşfettim kendimi. Sonra hayat üzerine güzel şeyler okumanın ve bunları, bu lafları edebiliyor olmanın çok ayrıcalıklı ve çok pahalı bir duygu olduğunu keşfettim. Bu benim ifade biçimim oldu ve beni hep kendi içine konuşan delikanlı bir adam ve şimdi de yaşlı bir adam yaptı. Sanki içime konuştuğum zaman daha naif ve daha masum bir dünya tasarlıyorum.
Y.P: Sektörün bu kadar içinde ama bir o kadar da dışında durmayı nasıl başarabiliyorsunuz?
F.D: Tam da aslında şu televizyon dizisi projesinin ortasında kaldığım şu günlerde aslında kompliman gibi algılanabilir bu sorunuz. Normalde insanlar henüz başındayken ve henüz bana her hangi bir şans vermeden oyunculuk hevesimi kursağımda bırakmak üzereler ama şöyle bir iddiasızlığım var; yazdıklarımın benim için özel olan duyguların sıradan versiyonları olduklarını düşünüyorum ve ortalığa çıkıp “bakın ben acı çekiyorum, bakın ben âşık oldum, gelin bunu dinleyin” diyemiyorum. Şarkılarım daha hafif meşrep olsalardı bende şarkılarımı ve kendimi tanıtmak adına eğer gerekiyorsa bilinen yöntemleri kullanabilirdim ama zamanla yazdığınız şeylerin sizi sağırlaştırdığını görüyorsunuz. Sokaktan böyle bir tepki alıyorsunuz ve bu sizi daha korumacı bir dünyaya götürüyor ve dinleyenle yazılan arasındaki ilişkiye aslında bende müdahale etmek istemiyorum. Ben şarkı yazıyorum ve onlar bir şekilde insanlara ulaşıyor. Dinliyorlar ve masalım onları ne kadar etkilediyse onlar için o kadar önemli birisi oluyorum ve bu bana yetiyor. Bir de hiç kozmetiğe, PR'a, makyaja, imaja hiçbir zaman ikna edilemedim.
Y.P: Nedir bu hayatla alıp veremediğiniz?
F.D: Alıp veremediğim bir şey yok gerçekten. Bence kendimle alıp veremediğim şeyler olduğu için yazıyorum. Oysa hayat, sakin olup soluklandığınızda aslında ne kadar güzel ve yaşanası olduğunu hiç ummadık anlarda gösterebiliyor çünkü doğa kadar güçlü değiliz biz ve benim sadece kendimle ya da derdine düştüğüm değerlerle, bazı şeyleri zamanında yaşayamayışımla ve bunun gibi nedenlerle kendimle alıp veremediklerim var ve onun için yazıyorum. O yüzden de yazdığım şeylerin bir süre sonra başka insanlar için ne kadar kayda değer olduğunu çok sorguluyorum. Yani bazen çok özel geliyor yazdığım şeyler. Kendi içimde öyle bir kontrol mekanizmam da var. Yazdığım ve kendimle alıp veremediğim şeyler başka insanlar içinde bir ortak payda yaratabiliyorsa şarkı olmalı. Yoksa her içimden geçeni insanlarla paylaşsaydım sanıyorum şu anda gerçekten korunuyor olurdum.
Y.P: İnsan durup düşünmeden edemiyor şarkılarınızı dinlerken. Mutlaka sözlere takılıyor ve düşünceyi zorluyor sözleriniz. Modern bir filozof olabilir mi F.D?
F.D: Yok. Öyleysem de bu mümkünse öldükten sonra konuşulsun. Sanmıyorum. Hala 40 yaşındayım ama bir 18'lik heyecanım da var. Baba olduktan sonra ve sanıyorum çok özel bir yaratığın babası olmakla acayip şeyler öğreniyorum. Ona bir şeyler öğretiyor gibi yaparken aslında hayatı ve yaşamayı öğreniyor olmam, eskisi kadar tolerans eşiği yüksek birisi olmamam gibi bir sürü nedenle ağdalı tanımlamaları ve aslında normal bir insanın egosunu çok okşayacak şeyleri görmezden ve duymazdan geliyorum. “Çok iyi şairsiniz” diyenlere de “estağfurullah” demeyi tercih ediyorum. Bir yandan da, belki böyle farklı bir ileti aracı olduğum içinde gururlanmıyor değilim ama bir filozofluktan bahsetmek için bence tam da bu şarkıların zıttı şeyler yazmak lazım. Ben belki kendi çelişkileri ortasında kalan şeyler yazıyorum. Bu da hiç bana bilgece ve olgunca gelmiyor. Çocukça geliyor çoğu zaman ve zaten müzikle olan maceramın da belli bir yerde durması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü ben bunları yaza geldiğim sürece çok kabaca ve basitleştirerek tanımlıyorum ki “elli yaşında bile aşkı çözememiş bir adam” gibi durmak istemem açıkçası. Belki zamanla başka şeyler üzerine ve başka şeyler yazmak fikri daha çok heyecanlandırıyor beni.
Y.P: Bir erkek solist olarak şarkı sözlerinde çok kırılgan olabilip aynı zamanda bu kadar da dik durmayı nasıl başarabiliyorsunuz? Neden o kırılganlık sizi zayıf düşürmüyor?
F.D: Şarkıların yazanlarına inat cinselliği olmadığını söyleyebiliriz. Aslında bu şarkılardaki adam gibi değilim galiba ben. Hissetmeyi biliyorum belki ama yaşatmayı sanıyorum bilemiyorum.



İÇİMDE BAŞKA BİR ADAM DAHA VAR VE O DA BENİM ASLINDA!
Y.P: Yani şarkılardaki kadar rahat deklare etmeyen biri misiniz kendinizi?
F.D: Yazarken daha cesurum evet kesinlikle ama yazarken zaten her insan biraz daha cesur oluyor. Gerçekte hayatı yaşarken insan daha değişik davranabiliyor. Bugüne kadar hep içime konuştum ve içimde yıllardır konuşup duran bu adamı anlamak için başka bir kişi daha var ve o da benim aslında! Sadece yazmak her zaman için benim duygularımı hem çok iyi ifade etti hem de onları sanki başka insanların yaşayamayacağı özel duygularmış gibi hissettirdi çoğu zaman bana. Sanki benim içimde hissettiğim acı, yeryüzünde sadece benim yaşayabileceğim acıydı ve belki bunların şarkı olma sebebi, çok özel bulunma sebebi bu. Aslında çok çırılçıplak bir adam var şarkılarda ve çok da deşifre edildiğini düşünüyorum. Yazdığı sözlerle nefes alan ve öyle var olan bir şarkı yazarıyım ve şarkıcıyım ben ve açıkçası hep bir adamı ve hep bir adamın düşlerini anlatıp duruyorum ama onların ne kadarı gerçekten benim düşlerim ve ne kadarı o adamın düşleri, o bazen benim kontrolümden çıkabiliyor.
Y.P: “Biri aşk derse önce kalbine sor. Kim ne derse yalan, o ne derse öyle…” Kalbin sesini mi dinler F.D?
F.D: Her seferinde aklımın da, kalbimin de beni kendi doğrusuna çektiği durumları çok yaşadım ve yaşıyorum da ama asıl olanın çok da tanımlanamayan hissi şeyler olduğuna yani kalben vuku bulan şeyler olduğuna inanıyorum. Zaten bir insanın mutsuzluğu kalbinin doğruladığı şeyleri, aklının ne kadar yalanladığıyla doğru orantılıdır. Bence her ikisinin de teyit ettiği durumlar, sanıyorum her zaman bir insanın en iyi hissedebileceği ve hayatla ilgili en barışık hissedeceği anlar olmalı diye düşünüyorum.



KÖTÜLÜK KAZANDI!
NEZAKET GERÇEKTEN ÖLDÜ

Y.P: Mutlu musunuz?
F:D: Ben müthiş bir değişim yaşıyorum. Bunda kızımın büyük bir payı var. Baba olmanın, onun gibi bir yaratığın babası olmanın çok payı var. Beni çok olgunlaştırdı, rahatlattı, toleranslarım düştü, artık kimseyle kavga etmiyorum, herkesi anlayabiliyorum. Benim doğru bulduğum şeyin gerçekten doğru olmasının, hayatta bir öneminin olmadığını anlamış durumdayım. Artık eskisi gibi “benim doğrum doğru ve bu aslında gerçekten doğru” demiyorum. Her insanın doğruları olabilir ve yanlışları olabilir. Kendimi daha az üzüyorum, daha az incitiyorum, sokakta olup biten tatsızlıklara ve kötülüklere kafa yormaktan bıktım çünkü gerçekten kötülük kazandı. Nezaket gerçekten öldü. Beni dinleyip sevdiğini iddia eden gençleri bile bazen anlayamıyorum. Onların sevgilerini dile getiriş biçimlerini bile anlamıyorum. Hiçbir şeyle kavga etmiyorum. Keyfini çıkarmaya çalışıyorum aslında hayatımın. Yani akışa bıraktım ve keyfini çıkarmaya çalışıyorum.
Y.P: Baba olmak törpüledi mi o halde sizi?
F.D: Yonttu evet. Daha makul, daha barışık bir adam haline getirdi beni. Hayatın güzelliklerini keşfetmek noktasında belki kendim için cömert olamadıysam bile bu güne kadar, kızım için olmam gerektiği gerçeğini gösterdi ve bu beni çocuklaştıran ve taşları yerine oturtan bir şey gibi geliyor. Mutluyum bu anlamda ama bir de birlikte yaşadığımız birlikte kirlettiğimiz dünya var. Bir de bu ülke var, bu ülkenin gerçekleri var. Bu ülkede sanat var, bu ülkede müzik var, bu ülkede emek var, emeğe saygı var gibi bir sürü sorunları ölçmek durumunda kaldığımızda, bu ülkede bir insanın yüzünün gülmesi çok zor gerçekten. Kendi adıma çok mutluyum hayattan. Aynı zamanda çok şanslı bir adamım.
Y.P: Belki şarkılarınız sebebiyle mutsuz bir adam gibi algılanmaktasınız ve yıllardır böyle bir durum da var değil mi aslında insanların size yakıştırdıkları?
F.D: Var evet hatta o mutsuzlukla beslenen ve ortak bağımızın sadece bu olduğuna inanan sevgili dinleyiciler de var -sevgili diyorum çünkü gerçekten doğru ve yakalamış durumdalar- ama bence bir şeye dair soru sormak duygusu aynı zamanda bir mutluluk arayışını da beraberinde getiriyor. Kabaca “aşk acısı çekiyorum evet ama acı çekmek istemiyorum, mutlu olmak istiyorum” demek için aslında o aşk acısı anlatılıyor. Ben eskisi kadar, bu kadar şairane bulunan şeyler yazmak da istemiyorum artık. Daha gündelik, hayata dair şeyler ve daha hafif meşrep şarkılar yazmak istiyorum. Şarkı ve müziğin eğlenceli kısmını yaşamak ve yaşatmak istiyorum. Çünkü zaten dinleyiciler yazdığınız şarkıları ya da albümlerin içeriğini çok fazla konsere taşıyamıyorlar. Gençlerimiz gün geçtikçe daha tahammülsüz oluyorlar ve mesela biz onlara 90 metronom şarkı çalıyoruz, onlar onu 120 metronom söylüyorlar. Hızlandırıyorlar hayatı çünkü her şeyi yaşamak için çabalıyorlar ve sanki zaman kalmamasından korkuyorlar. Tüketme telaşları var. Bu müzik dinleyicilerine ve benim dinleyicime bir sitem değil ama albümleri ve albümlerin içindeki şarkıları biraz tanımak gerekiyor. Yazdığınız şeyleri kısmen, insanlar parça parça sevebiliyorlar mesela orijinal alt yazılı albümünde öyle oldu herkes çok sevdi o albümü ve çoğu insan benim ilk albümüm olduğunu düşündü ama geriye dönüp baktığımda bu noktada biraz yorgunum ve insanlar videosu olan şarkıları biliyorlar. Onlara konser yaptığınızda, çaldığınızda o şarkıları dinlemek istiyorlar, hiç değilse öncelikle onları dinlemek istiyorlar.
Y.P: Mutsuz mu ediyor bu sizi?
F.D: Evet, incitiyor. Bazen çok kalbimi kırdığını hissettiğimde sitem ediyorum ama buna da hakkım yok. İnsanlar sizi o şarkıda seviyor olabilirler ama ben artık o şarkıyı söylemekten sıkılmış olabilirim ya da yazdığım yeni şarkıları beraber söylemek istiyor olabilirim. Yani bunu sadece küçük bir nokta olarak tanımlayalım. Bu bende çok büyük bir küskünlük ve kırgınlık yaratmadı ama yorgunluk yaratıyor. Yani mesela ben onlara son albümden “Yeniköy”ü söylemek için sabırsızlanırken aradan bir sesin “Nadas” ya da “Alev, Alev” demesi beni şöyle bir tokatlıyor. Oysa bir bıraksalar ben onlara ne şarkılar söyleyeceğim ama çoğu zaman da tabi onların gerçekten tepinmek, zıplamak, eğlenmek, dağıtmak istediklerini görüyorsunuz ve söyleye geldiğimiz şarkılar ne kadar izin veriyorsa o kadar eğleniyorlar aslında. Açıkçası onları öyle görmek benim de çok hoşuma gitmiyor değil. “Hadi eğlenelim, ellerimizi sallayalım, ortak bir şey yapalım” diyorum, yapıyoruz ve çok inanılmaz bir şey çıkıyor ortaya. Birlikte eğlenmek de güzel ve ona göre şarkılar yazarsam ben, demek ki yapmak istediğimi yapabiliyorum diye o zaman övünüp böbürlenebilirim ama şimdilik böyle bir durum yok. Şimdi dinleyicilerimle kurduğum ilişkiden son derece memnunum. Umarım televizyon projesinden dolayı, seyredenlerle de böyle mesafeli bir ilişkim olur.
İNSANLARI KIRMAKTAN KOMPLEKS BOYUTUNDA RAHATSIZ OLAN BİRİYİM
Y:P: Yeni bir dizide oyunculuk yapmaya başladınız. Mutlu ediyor mu sizi oyuncu olmak? Nasıl karar verdiniz ve evet dediniz bu projeye?
F.D: Aslında çok yeni. Benim kızımla kahvaltı yaptığım bir kafede bu dizinin senaristi ve yapımcısı beni görüp gözlüyorlar ve o anda kafalarından geçen bu karakter için teklifte bulunuyorlar. Ben de, daha hafif meşrep, daha eğlenceli bir hayat, daha günlük, daha basit, daha yorularak ve başka şeylere kafa yorarak geçirmek istediğim ve bunu muhtacen hissettiğim bir dönemde iken zamanlama harikası oldu diyelim. Başka bir zamanda, başka bir anda belki üzerine daha fazla düşünecektim ve hayır diyecektim ama şimdi görüyorum ki hayır dememek evet demek de iyi olmuş. Sette olmak, oynuyor olmak, oynuyor gibi yapmak ve işin o kısmı gerçekten çok heyecan verici. Çünkü bilmediğim bir şey öğreniyorum aslında. Bilmeden denediğim bir şey çünkü. Öğreniyorum hani dizi öyle bir şeydir ki bilmeden de denenebilir ve öğrenilebilir gibi bir yorum çıkmasın bundan ama zaten 20 yıldır insanlara sahneden masallar anlatıyorum. Sahnede kendi hikâyenizi anlatırken ister istemez onun bir teatrali olacağı bir gerçek. Üstesinden gelebileceğim bir durum ve umarım oyunculuk bende şimdi tanımlayamadığım başka bir boyut alır ama “bir televizyon projesinde yer alan bir adam” ya da “eskiden bize şarkı yazan şimdi oyunculuk denemesi olan bir adam” olarak sokakta gördüğüm ilgi beni gerçekten çok ürküttü aynı zamanda da üzdü. Ben yıllardır Bozcaada ya gider gelirim. Henüz bu dizinin sadece üç bölümü yayınlanmıştı ve ben ilk defa gemiden çıkamadım. İnsanların ilgisi beni hem şaşırttı hem ürküttü. Sanki herkes sadece televizyon izliyor gibi bir fotoğraf çektim ki eğer gerçekten öyleyse buna üzülürüm. İşin o kısmı beni biraz yoracak ve hayatımdan çalacak. İnsanları da kırmaktan kompleks boyutunda rahatsız olan biriyim. Bugüne kadar benimle ilgili her şey yazılıp çizildi ama eğer bir gün biri “bana çok kabalık etti” derse buna gerçekten çok üzülürüm çünkü kimsenin kalbini kırmadığıma inanıyorum ben ama o kısmı dışında şimdilik pişman değilim, heyecanlıyım.
ELEŞTİRİ VE ELEŞTİRİ KURUMUYLA VEDALAŞTIM
Y.P: Kitlenizi şaşırtmış olabilir mi şu anda bir dizide oynuyor olmanız?
F.D: Bilmiyorum. Şaşırtmış olabilir ama bugüne kadar yerli yersiz, ölçülü ölçüsüz çok eleştirildim ki eleştiriye gerçekten açığım. Bir dizide oynamanın bana olası zararları varsa eğer benim gözden kaçırdığım ve benim dinleyicilerimle kurduğum ilişkiyi zedeleyecek bir yönü varsa ki bunlar beni çok üzecek şeyler olduğu için söylüyorum. Dinleyicilerimin hoşuna gider mi gitmez mi bilmiyorum ama ben sevdiğim şarkıcıları, onların şarkılarını sevdiğim için şarkılarıyla değerlendiriyorum ve eğer kendi adıma da böyle bir istek şansım varsa bunu talep ederim ama performansımı çok beğenen olur, beğenmeyen olur. Kimseye ben bu diziyi izleyin demiyorum zaten ve televizyon izleyicisi için yapılan bir proje ve sanki benim dinleyicilerim televizyon izlemiyorlar. Konserleri takip ediyorlar. Bir yıl boyunca futbol yazdım ben Radikal gazetesinde. Orada o kadar eleştirildim ki, bu benim için tatsız bir öğreti oldu. Eleştiri ve eleştiri kurumuyla vedalaştım. Çok takıyordum artık takmıyorum. Bir kere dizinin ve benim olası performansımın izlenmeden eleştirildiğini okudum gazetelerde. Bu büyük bir önyargı değil mi? Belki sinema filmini izlediler ve oradaki performansın devamı olarak düşünüyorlar ama gazetede köşe ve sütün sahibi olup “seyretmedim ama kesinlikle kötüdür ya da iyi bir şey olmaz” diyebilecek duruma geldiysek biz, zaten sokaktaki adamın edeceği laflara da diyeceğim hani “eyvallah” olacaktır.
Y.P: Bir sanatçı olarak topluma ve insanlara örnek olmalıyım gibi bir duyguyla mı yaşıyorsunuz hayatı yoksa insanlar ürettiklerimle mi ilgilensinler diyorsunuz?
F.D: Burada bir bıçak sırtı durumu yok değil aslında. Hoyratça gönlümden geçeni yaşarım, hiçbir insanın görünmek istemeyeceği hallerde de görünürüm, insanlık halidir çünkü gibi bir hoyratlık bir kere benim yetiştirilme biçimime ters. Bir kere benim ailemden ve sevgili öğretmenlerimden aldığım öğretiye ters. Mesela ben sahnede su içerken arkamı dönüyorum insanların karşısında çünkü çok susamış olabilirler yani kaba bir davranış ama bu benim gerçekten az önce bahsettiğim gibi çocukluğumla ve yetiştirilme biçimimle ilgili bir şey ama tabi ürettiklerimle ilgilensinler. Asıl olan üretilendir ama topluma örnek olmak adına olmasa bile genel değer yargılarını zedeleyecek hallerde de bulunmamayı tercih ederim. Kendime yakıştırdığım budur.
Y.P: Neden insan sizi tam olarak tanımlayamıyor? Birçok hallerin adamı gibi algılanışınız ve kafa karıştırıcı bir duruşunuz var? “Evet, tam olarak bu adam şöyle bir adamdır” dedirtemeyen ne?
F.D: Bu aralar zaten ekstradan kafam karışmıyor değil. Şarkılar yazıyorsunuz, insanlara onları söylüyorsunuz ve bir de bunun üzerine çok koruduğunuz halde televizyon için bir işin içinde olmak var. Sanıyorum hayatımı daha çok inzivalar üzerine kurmam gerekecek. Ez azından kendime ayırdığım zamanları. Nasıl algılandığımı bilmiyorum. Garip bir vücut dilim olduğunu biliyorum çünkü güldüğüm zaman insanlar şaşırıyorlar ve hani ben de gülebiliyormuşum. Ben de gülebilirim yani insanın bir anı bir anına uymaz ki. Bir an karşınızda bir serseri görürsünüz bir an başka bir şey görebilirsiniz. İnsan öyle de hissetmez mi zaten?
Y.P: Çok fazla duyguyu aynı anda hissedebilme potansiyeli mi bu?
F.D: Olabilir. İnsanlık halleri… Benim çelişkilerim gerçekten benden meşhurdur yani dedim ya hiçbir zaman çözemedim ben kendimle derdimi de ve çözemediğim için hala yazıyorum. Çözmek de istemem açıkçası. Niye çözeyim? Kendimi çok iyi ve mutlu hissettiğim çok iyi ifade ettiğim bir hayatım var ve yazarak kazanıyorum. Yazarak anlamlı bulunuyorum ve kendimi anlamlı hissediyorum. Bunun içinde türlü haller olmasa zaten böyle yazamayacaktım. Hallerimle de aslında çok dalaşmıyorum ama insanlar gördüklerinden çıkardıklarına bir de yazdıklarımı ekleyince hiç olmadığım gibi tasvir ediyorlar. Çok burnu havada, asosyal, bir iletişim sorunu olan, asık yüzlü hep ciddi konular üzerine kafa yoran tam bir entelektüel gibi.
Y.P: Ama şarkılarınıza bakıldığında çok samimi olduğunuz ve özelinizi çok fazla paylaştığınız görülüyor. Bu kadar kendini deşifre edip bu kadar da mesafeli olmak sizce de şaşırtıcı değil mi?
F.D: Ben bir şekilde takip ettiğim, önemsediğim ve değer verdiğim kişiyi/kişileri onun sesiyle ve eserleriyle takip ederdim ve benim de öyle takip edilmek gibi bir talebim var. Çünkü öbür türlüsünün bir anlamı yok. Çok ortalarda dolaşmayı sevmiyorum. Şu anda benim hayatı algılayışımla ilgili bu. Özelimin özel kalmasından yanayım.
Y.P: Çok özel bir şeyleri paylaşıp bu kadar özel kalabilmek yetenek olsa gerek.
F.D: Bilmem ki benim sadece kendimi iyi hissettiğim ve kimseyi kırmadan, kimsenin kalbini kırmadan yaşayabildiğim hayat bunu gerektiriyor. Bir şeylerden uzak olmak…
HAYAT SADECE BENİM DÜŞLERİMDE KURDUĞUM VE YAŞATTIĞIM BİRŞEY DEĞİL
Y.P: Bir tarafta da “al beni ne yaparsan yap” diyen ya da “benimle ölecek misin” diye soru sorabilen bir adam var.
F.D: Her hali çok farklı yaşıyoruz, her anı çok farklı yaşıyoruz. Kalbimizdeki kırıklar artıyorsa ona daha mesafeli yaklaşıyoruz. Benim ilk yazdığım şarkılarda aşk, sevgi, paylaşmak, dostluk, insanlık, iyilik, kötülük çok daha iyimserdi şimdi öyle değil. Çünkü insan yaşıyor, bir şeyler kalbini kırıyor ama bir yandan hayat devam ediyor. Ve bu değişimlerin sizin çelişki olarak algıladığınız şeylerin olmasını da ben doğru buluyorum. Hiç değilse samimi buluyorum. “Çok aşığım, çok” demek bugüne kadar ettiğim lafların yanında basit bulunabiliyor belki ama hayatta zaten böyle yaşanıyor artık. Yani günü yakalayarak yazmak dışında bir arayış yok. Ben çocukken “Heidi” diye bir çizgi film vardı ve ben onu izlemekten, onun dedesiyle, köpeğiyle kurduğu ilişkiyi izlemekten mutlu oluyordum. Aslında çok şanssız bir çocukolarak onun mutlu olmasıyla mutlu oluyordum. Şimdiki çocuklar onun pornosunu izliyorlar. Heidi’nin dedesine kötülük yaparkenki hallerini izliyorlar animasyon olarak. İnsanlar bugün trafik kazası gördüklerinde, ölümlü bir vaka gördüklerinde durup onun fotoğrafını çekiyorlar, birini çatıda gördüklerinde “atla” diyebiliyorlar. Yani her şey zaten çok hızla değişmiyor mu? Ben yazarken ve anlatırken kendimi komik hissetmek istemiyorum ve gördüklerime tepki olarak bunu yapıyorum. Hayat sadece benim düşlerimde kurduğum ve yaşattığım bir şey değil. Her şeyin tanımı o kadar alaşağı edilmiş durumda ki o yüzden kastettiğim o hafif meşreplik artarak büyüsün istiyorum. Öyle şarkılar yazmak istiyorum. Boş verme… Hiç değilse o şarkı süresince boş veren, takmayan, her şeyi boş vermiş şarkılar yazmış olmak istiyorum. Aksi takdirde benim derdine düştüğüm değerler bugün zaten çoktan içi boşaltılmış durumda.
Y.P: Sebebi nedir bunun? Duygu azalması mı var acaba yoksa insanlar acıya dayanıklı mı oldular?
F:D: İnsanlar kanıksadılar. İnsanlar eskiye göre daha az hassaslar. Daha duyarsızlar. O gün gazetede okudum; sahile bir ceset vurmuş, birkaç insan başında durmuş ve diğer insanlar denize girmeye devam etmişler. Bunu yazan haberci hala benim gibi romantik bir insan demek ki buna üzülmüş ve haberi öyle yazmış.
Y.P: Siz ne yapardınız orada duran insanlardan biri olsaydınız?
F.D: Ben olsaydım en azından o gün iyi hissetmezdim ve kendimi iyi hissetmek için yaptığım bir şeyi, denize girmeyi ertelerdim. Ben olsam bunu yapardım. Ama belki içinden çok doğru ve hızlı bir şekilde üzülen ve denize girmeyi de doğru bulan insanları da eleştirmiyorum. Onları neyle eleştirebilirim. İnsan olmamakla mı? İyi insan olmamakla mı? Hayır. İnsanlık ve insana dair olduğu düşünülen duygular form değiştirerek yaşanmaya devam ediyor ve benim yazdığım aşk şarkıları o forma uygun değil ve zaten uygun olsa onları haykırıyor oluruz.
Y.P: Çok sorulmuştur mutlaka ama ben de soracağım maalesef aşkı nasıl yaşadığınızı?
F.D: İyi bir âşık olamadığımı söyleyebilirim.
Y.P: Neden?
F.D: Kendi içime konuşma alışkanlığımı ilişkide de sürdürdüğümü söyleyebilirim. Bu olabilir, doğru olabilir ve bunu değiştirmek benim için çok zor olabilir ama bu sebepten kendimi de çok iyi hissettiğimi söyleyemem ve böyle olmasını istemezdim ama belki başka bir zaman, belki taşlar yerine oturduğunda, belki her hangi bir kadın için çok da iyi bir âşık olabilirim bir gün. Bilemem. Ama yaşadığım iki ciddi ilişki üzerinden bunu söyleyebiliyorum. İyi âşık değilim.
Y.P: Neden diye sormak istiyorum hala.
F.D: Bilmiyorum. Onu bulsam belki de değiştirmek isterdim.
Y.P: İster miydiniz gerçekten?
F.D: Evet, isterdim.
Y.P: Peki her ne ise sizi iyi âşık yapmayan şey, hayatınızdaki kadının da sizi böyle ve tam da olduğunuz gibi sevmesi gerekmiyor mu? Böylesiniz çünkü. Değişmek ve değiştirmek mi gerek illâ?
F.D: Değişmek ve değiştirmek çabası konuşula gelen ve hep konuşula gidecek şeyler… Değişmeli, adım atmalı ama bunun da sadece ilişkinin yaşanılabilirliği adına olması gerekiyor. İçten gelen şeyler zaten kendiliğinden yaşanıyor ve oluyor. Sürekli bir şeyleri becermeye çalışmak, zorlanmak ve tamamen başkası adına değişmek bence zaten o ilişkinin ilişki olmadığını gösterir.
Y.P: Detaycı biri misiniz? Ayrıntılara çok mu takılırsınız? “Bir adam bul kendine, sana aynalar tutmasın…” diyorsunuz bir şarkınızda. Bu mu yoksa sizi zor yapan?
F.D: Evet. Detaycılığım çok can sıkıcıdır. Hiç değilse ben bunu çok can sıkıcı buluyorum artık. O yüzden de öyle olmamaya özen gösteriyorum. Her şeyin insani olabileceğinin altını çiziyorum ve biraz da bunun yalanına saklanıyorum.
Y.P: Aşka nasıl ikna olursunuz?
F.D: Güzellik ikna edici olabiliyor çoğu zaman ve olmalı da. Kadınların güzelliklerini yadırgamalarını ben çok yadırgarım. Yani “ne kadar güzelsiniz” dendiğinde bunun hem hoşa gittiği hem de hoş bulunmadığı durumları biliyorum arkadaşlarımdan, kendi yaşadıklarımdan ama anlık bir şey güzellik. Âşık olma duygusu ise çok içgüdüsel bir şey. Benim algılarım açıktır. Yani olanı biteni gözlerim. Çok tanımlayabildiğim şeyler yaşadığım zamanlarda tanımladığım şey şu; hep anlatılan kalp ağrısı, kalp çarpması, baş dönmesi, aklın dona kalması ve efsunlanmak duygusu diyebilirim. Bu anlamda aşkı klasik yaşayan biri olduğumu söyleyebilirim ama neden âşık olduğum çok adlandırılabilir bir şey değil. Olmamalı da zaten. “Ben sana çok güzel olduğun için” ya da “ben sana sevmeyi bildiğin için âşık oldum” çok da saçma bir filmin repliği gibi geliyor bana. Öyle olmamalı. “Bilmem ki,” denmeli. Yani, “bilmem ki…” Bunun bir sebebi belki, olmamalı.
Y.P: Yani nedir aşk bu durumda?
F.D: Bir tanımı olmadığı için çok merak ve cazibe uyandıran, onsuz olmayan ve olmaması gereken bir durum, bir duygu ve kesinlikle bir takım başka yaralar, eksikler, gedikler, açıklar ya da açlıklar için kullanılmaması gereken bir duygu. Ve kesinlikle tanımlanabilir bir şey olmamalı. Yani size gelip birisi “ben sana şunun için âşık oldum ve olmuştum” derse ona gülüp geçiniz ve bir daha düşünmeyiniz onu. Belki de kimyasal bir şey, belki anlık bir şey belki çok ani bir şey yani gerçekten bilmiyorum.
Y.P: “İçinde beyaz yalanlar olsa da bu şarkı senin için…” Bu kadar mı dürüstsünüz?
F.D: Bu kadara yakın. Şarkılar biraz abartılı olmalı. O öyle bir şarkı. Ama dürüstlük her zaman en kısa ve en doğru çözümdür bence. Bir şeyleri gizlemek ve bir şeylerin ardına saklamak, insanın kendi yalanlarının ardına saklanması, başkalarının yalanlarının ardına saklanması daha tatsız gibi duruyor uzaktan ama ben bugüne kadar her zaman sorulduğunda bazen “sorulmasa iyi olur” dediğim anlar da oldu ama hiç değilse sorulduğunda dürüsttüm.



ŞAŞIRACAĞIM HALLERİN PEŞİNDEYİM…

Y.P: Hani insanlar mutsuzluğu size yakıştırmışlar ya, mutluluğun tanımı nedir ki? Sizi mutsuz zannedenler çok mu mutludurl?
F.D: Benim ifade edemediğim, ifade etmek konusunda cesur olamadığım her ne vardı ise geçmişimde, benim mutsuzluğum o. Ama şimdi adım atıyorum, daha kontrolsüz olmak adına. Ben çok kontrollü birisiyim ve bu çok can sıkıcı, bu da can sıkıcı. Bakın ne kadar sıkılmışım kendimden ve ben bir gece olsun içip arkadaşlarımın kollarında eve bırakılmadım. Bir kere olsun ben hiç içimden geldiği halde çılgınlık yapamadım. Çok kontrollüyüm ve çevremdekileri de benim gibi, sanki benimki doğruymuş gibi ve benim gibi davranmaya teşvik etmek konusunda da çok can sıkıcıyım. Benimle ilişkideki zorluklardan biri de bu. Şimdi daha akışına bırakarak ve bu kadar detaycı olmamayı deneyerek mutlu olmaya çabalıyorum. Olup biten karşısında çok üzülmüyorum. Ben duvarlarımdaki santimetre kareleri ezberlemişimdir düşünerek. Düşünerek hiçbir şeyi çözememişimdir ve kendi başıma kaldığımda düşünmemek üzere her ne varsa, onu yapıyorum. Ve işte tam da dizi projesine neden “evet” dediğimi herkes çok merak ediyorsa bunun çok büyük bir payı var. Yani ben meşgul olmak istedim. Başka bir şeyi öğrenmek istedim. İlk defa hayatımın başkaları tarafından planlanmasını istedim belki. Çünkü arıyorlar “setiniz var yarın” diyorlar. Öbür gün arıyorlar “dublajınız var” diyorlar, “ne güzel” diyorum ben de. Çalışmak, yorulmak, horlayarak uyumak istiyorum. Rüya görmeden uyanmak istiyorum ya da kâbus görmeden uyanmak istiyorum, daha çok paylaşmak istiyorum artık. Kendi içimde değil dışarıda da. Kötülükten korkmamak, ölümden korkmamak istiyorum hani ve bu korkuyu sadece ne kadar çok şey yaşarsan o kadar yenebilirsine inandığım için artık öyle yaşamaya çabalıyorum. Yani görmekten insan olarak üzüldüğüm halleri, düşene kadar yaşamak istiyorum açıkçası. O yüzden benim için mutlulukta mutsuzlukta bu. İçimden geçeni açıkça söylemek ve karşılığında yaşayacağım şeye de hazırlıklı olmak istiyorum. Şaşıracağım hallerin peşindeyim aslında çünkü öbür türlü gerçekten çok kontrollü ve çok hakkını vermeden geçirdiğim zamanlar var. Kendimi düşünmekten, nasıl bir adam olduğumu hâlâ sorgulamaktan gerçekten çok sıkıldım ve hani aslında bunu sorgulamadığım zaman hayat benim için çok keyifli.
Y:P: Hangi şaşılacak hallerin peşindesiniz?
F.D: Her türlü önyargıdan yani kendi ön yargılarından kurtularak yaşamak aslında. Ben mesela Jim Carey filmi seyretmedim hiç bu güne kadar. Çünkü bir önyargım var ve onun bana ne verip vermeyeceğini biliyorum. Ama artık seyredebilirim, seyretmeliyim. Ya da ne bileyim ben bu güne kadar kendi, şarkılar ekseninde yaşadığım dünyayı korumaya çalıştım. Kendimi çok ortalara atmadım, duruş olarak bir takım savunduğum doğrular ve ilkeler vardı ve baktım ki bu beni yabancılaştırıyor, ayırıyor ve başka türlü algılanmama neden oluyor. Şimdi öyle düşünmüyorum. Önyargılarımın sürekli kararlarımda etkin olması gerektiği gerçeğini değiştirmiş durumdayım. Mesela tekneyle üç gün geçirebilirim ki yarım saatten fazla kalırsam daralıyorum. Ama şimdi belki de geçirmeliyim ve belki de bunca yıldır boşuna kaçırdım ben bu zevki ve belki benim “yaşamak buymuş” diyeceğim, dediğim an, belki de bir teknede denizin ortasında yalnız olacağım bir andır ya da yanımda başka bir insanın olacağı andır ama ben bunu bilmiyorum ki. Bununla ilgili bir önyargım vardı ve ben bundan geri durdum. Belki buna fırsatım olmadı belki buna zamanım olmadı ama artık buna zaman yaratacağım.
Y.P: Peki insanları şaşırtma ihtimaliniz var mı?
F.D: Yaptığım, bundan sonra yazdığım ya da yazacağım her ne olursa bir kere üzerine o kadar çok titizlenmeyeceğim çünkü kendi içimde bir takım kontrol noktaları var. Mesela eğlenceli yazma kaygısı birkaç albümde var ki çok da başarılı olduğum söylenemez ama bundan sonra bunu başarmış olmak istiyorum. Daha hayatla dalga geçen, daha alaycı, daha kinayeli ve belki içinde buram buram aşk yarası kokan bir şarkı olmayan bir F.D albümü bile yeteri kadar şaşırtıcı olabilir aslında. Şaşırtmak eskisi kadar ürkütmüyor beni çünkü ben de zaten şaşıra geliyorum bu aralar. O yüzden şaşırtmak eğlenceli bir şey; acıtsa da eğlenceli, güzelse zaten eğlenceli. Çünkü “bunun benim başıma geleceğini hiç düşünmezdim” der ya insan başına geldiğinde, onu yaşamış olmak daha insani. Aşk acısı da çekmeli insan. Aldatmalı, aldatılmalı, acı çekmeli, mutlu olmalı, ayakları yerden kesilmeli, hayal kırıklığına uğramalı, “inanamıyorum” demeli, çok istediği şeyler olmalı bazı şeyleri özlemeye devam etmeli, şaşırmalı yani. İnsan kendi hayatını kontrol edemiyor ve ben bunun tamamen doğanın izin verdiği ölçüde yaşanılabilir olduğuna inanır oldum. O yüzden de akışına bıraktım. Hız yapıyorum artık mesela ama emniyet kemerimi de takıyorum yani. Deniyorum… Neleri denemem gerektiğini, bana denemeden kaybettiğim ve kaybettirdiğim şeyler anlatıyor çünkü gerçekten çok acımasız davrandım kendime. Bu kontrollük ve takıntı derecesindeki nezaket beni çok yordu. Biraz da takmayayım. Yani, bundan sonra mesela taksiye binerken bozuk param olmadığı için “acaba adama ayıp mı edeceğim” diye düşünmüyorum. Bozuğum yoksa da biniyorum. “Birader sende taksicisin bozuk para bulundur” demeyi deneyeceğim bundan sonra ve bunun beni götüreceği, getireceği noktayı bilemiyorum. O anlamda hani kendime açıklayabildiğim sürece bu gerekçeleri yapmakta fayda var ama insanları ne kadar az hayal kırıklığına uğratırsa o kadar sevinirim. Çünkü bir şey yazıyor ve bir şey yapıyorsanız kayda değer olup olmadığınızı görmek için yapıyorsunuzdur ve kayda değer olmayı çok isterim.
Y.P: Müzikal anlamda “budur” dediğiniz noktada mısınız? Her şey tamam mı?
F.D: Benim herhangi bir şey için bugüne kadar kendime de söylediğim bir şey değildir “budur” demek. Zaten “budur” diyebilseydim bunca şeyi yazamazdım çünkü ben olmayan şeyleri nedense öncelikli tuttum hayatımda. Yani bardağın dolu tarafı hikâyesi… Ama ben bunları yazabiliyorsam yani sadece yoksunluk üzerine yazmak gibi bir yetim, bir becerim yoksa bu beni susturabilir ve yazmaktan alıkoyabilir ama deniyorum işte kendimi, kendime o şansı veriyorum. Empatiler üzerine şeyler yazmak, kurgu şeyler yazmak, başkasının hayatı üzerinden yazmak, başka bir adammış gibi yazmak… Bunları deniyorum.
Y.P: Bugüne kadar yazdıklarınız da var mı kurgu?
F.D: Vardır ama kurgu ben değilsem de, benim içimde, beni dinleyen tarafımdır. Hani kurgu yapan kahraman da odur ama belki sokaktaki başka birini de kurgulamalıyım, belki başka konular üzerine kurgulamalıyım, futbolu seviyorum ve belki futbol üzerine kurgulamalıyım, belki şu an için çok kritik günler yaşıyoruz ve belki daha ciddi konular üzerine kafa yormalıyım ve kurgulamalıyım ama bu kurgum çok romantik ve her nedense ağırlıklı olarak yaza geldiğim şeyler bugünün yaşanışına, bugünün dinleyici profiline çok uygun değil. Onlar çok başka şeyin peşine çoktan düşmüşler ve bu da çok doğal gibi geliyor bana. Eskimekten korkuyorum. Bunu duymaktansa durmayı bilmek, aslında benim o bildiğim ve gizlemeye, bastırmaya çalıştığım yüksek egoma çok yakışır diye düşünüyorum.
Y.P: Depresif birisiniz değil mi çoğu zaman?
F.D: Kötümserim ben aslında, karamsarım. Pozitif olmayı deniyorum zaten ve kendimi şaşırtan çok şey yapıyorum bu aralar. Cesaret denemelerim var.



ÖYLE BİR YALNIZLIK İŞTE…

Y.P: “Söyle neredesin hiç gelmeyen…” Herkesin beklediği ve hala hiç gelmemiş biri vardır ama insan gelenin beklediği kişi olduğunu nasıl anlar ve gerçekten var mıdır “onun” gelme olasılığı ve yüksek midir bu ihtimal?
F.D: Vardır. Çevremiz de böyle örneklerle doludur zaten görebildiğimiz sürece. Benim çok hoşuma gidiyor. Çok da saygı duyuyorum sokakta, plajda, yolda, havaalanında, kafe de birbirlerine hala âşık ve çok güzel bir birliktelik yaşayarak yaşlanmış güzel çiftler olduğunda, içimden onlara bir şey demek, bir jest yapmak geçiyor. Çok saygı duyuyorum.
Y.P: Onların birbirlerini bulmayı başarmış insanlar olduklarını mı düşünüyorsunuz?
F.D: Ona iyi inandırmışlar kendilerini. İyi duruyorlar. Ben de öyle olmak istiyorum. Gerçekten de arıyorum yani insanın beklediğini tanımlaması, ona kendini inandırması ve beklemesi durumu başlı başına çok besleyici bir macera. Sonunda mutlu son olur ve denk gelirse süper olur ama sanki gelmese de olur.
Y.P: Neyi bekliyorsunuz ve ne istiyorsunuz tam olarak? Yani olası kişi gelsin ve bu da mutlu sona mı ersin?
F.D: Tabi. Çok güzel. Yani işte ona örnek veriyorum ya; mutlu yaşlı çiftler… Bence olması gereken bu ve ben kendi adıma bunu bekliyorum, bunu bekledim, bunu yaşadığımı düşündüm ama olmasını istediğim şey bu. Aile düzenini bir şekilde korumayı başaramamış bir adam olarak belki şaşırtıcı bulunabilirim ama bu benim istediğim, böyle olmalı.
Y.P: “Yüreğim geniş yollarım dar, bana biraz yalan söyle bu gece ihtiyacım var…” Bu nasıl bir yalnızlık yalana bile ihtiyaç duyan?
F.D: Evet öyle bir yalnızlık işte, öyle bir kontrollük durumu. “Unut beni” adlı ilk albümden. İşte aslında yalanla bile avunmayı bekleyen bir yalnızlık hali… İşte atmaya çalıştığım bir hâl bu benim. “Unut beni” çok iyi anlattı o anlamda beni ve o dönem itibariyle. Çok özel bir şarkıdır benim için.
Y.P: Arada bir de kaybolan, çok bilinmeyen ve herkesin haberdar olmadığı bir albüm var.
F.D: Benim öyle çok albümüm var. İlk üç albüm tamamen öyleydi ve çok ayrıcalıklı bir dinleyici kitlesiyle sınırlı kalmıştı.
Y.P: Uykusuza masallar…
F.D: Uykusuza masalların çok büyük bir farkı var. Gerçekten tamamen yaşadığım ilişki üzerine yazdığım çok sayıda şarkı var. Birebir kendi halim ve kendi derdim. Hani hatun kişiye söyleyemediklerimi söylediğim şarkılar var. O anlamda kurgusu zayıf, çok sponten bir albüm ama sözlerde basitleştiğimi, hiç değilse daha anlaşılabilir olma adına yol kat ettiğimi düşündüğüm bir albüm. Aslında hani çok farklı şeyler yazacak gibi anlatıyorum her albümden sonra ama bu da bir tatminsizlik durumu farkındayım. Bundan sonraki albümün eğer dozu artarsa, uykusuza masalların bir devamı gibi olmasını istiyorum şu anda. Gerçekten üzerinde düşünmüyorum. Şu anda yazıyor olduklarım var ama sanki sonlanmayacaklar gibi duruyorlar. Daha temiz sayfalara ihtiyacım var öyle hissediyorum. Öyle olmasını istiyorum. Bir şeyi devam ettirmek olursa sanki çok da içimden geleni yapmış olmayacağım gibi düşünüyorum. Şu anki hissiyatım o.
Y.P: Uykusuza masallar uykusuzlara ithaf değil mi?
F.D: Aslında uyumayan bir adam var ve onun elinde masallar var durumu bu. Evet, öyle düşünerek koymuştum. Kızımı uyutamadığım bir geceden kalmadır. Neredeyse tam bir masal kitabı okuduğum halde uyumadı ve içimden uykusuz ve masal geçmiştir ve albüme isim koymak gerektiğinde hiç de düşünmeden koymuşumdur.

Y.P: Yeni planlar ya da belki plansızlıklar… Neler var önünüzde?
F.D: Plansızlık olmasına da ihtiyacım var aslında ama dediğim gibi şu anda seyrekleşen konserler var devam etsinler istiyorum. Ortak bir sahne kurgulamaya çalışıyoruz; bu şarkıların performans formatını değiştirebileceğimiz, daha teatral yapısı olan belki. Dizi bir yandan gidiyor ve umuyorum devam eder çünkü oyunculuğa heveslenmek değil bu ama ben çok heyecanla -bir takım olumsuzluklarına ve bütün yorgunluğuna rağmen- şu andaki süreci keyifle ve eğlenerek yaşıyorum. Yeni bir albüm için çok erken ve bunun dışında bir planım yok.
Y.P: Ev hali nasıldır F.D nin?
F.D: Birkaç haber programı ve futbolla sınırlı televizyon dışında internet, köpeklerim ve onlarla yürüyüş, gündelik hayat ve dostlar… Dostlarımı evimde ağırlamayı, yemek yapmayı, ikram etmeyi ve birlikte yemeyi seviyorum. Eskiden yaşadığım ve şimdi eski mahalle diye adlandırdığım yerler var, dostları ziyarete gidiyorum. Sürekli ve mutlaka belli aralıklarla birlikte olmak zorunda olduğum dostlarım var ve bunu hayatımın en büyük şansı olarak görüyorum ve hayata ahkâm kesiyoruz beraber. Biraz tatlı tatlı zaman öldürmek moda artık benim için. Çıkmak dolaşmak çok yorucu ve yıpratıcı oluyor. Ve kızımla geçirdiğim, tadına doyulamayan zamanlar…
Y.P: Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
F.D: 2kadın'a da mutluluklar :)

http://www.2kadin.com/feridun-duzagac-2kadin.htm
Kullanıcı avatarı
CANER
Görevli
Görevli
Mesajlar: 807
Kayıt: Cumartesi, Ağustos 19, 2006 13:33
İsim: Caner
Konum: İstanbul

Re: 2kadin.com röportajı

Mesaj gönderen CANER »

Ben eskisi kadar, bu kadar şairane bulunan şeyler yazmak da istemiyorum artık. Daha gündelik, hayata dair şeyler ve daha hafif meşrep şarkılar yazmak istiyorum. Şarkı ve müziğin eğlenceli kısmını yaşamak ve yaşatmak istiyorum. Çünkü zaten dinleyiciler yazdığınız şarkıları ya da albümlerin içeriğini çok fazla konsere taşıyamıyorlar.

:roll:

teşekkürler röportajı bizimle paylaştığın için
Safkan
Üye
Üye
Mesajlar: 528
Kayıt: Pazar, Ocak 30, 2005 19:09
İsim: Şahika
Konum: İstanbul

Re: 2kadin.com röportajı

Mesaj gönderen Safkan »

çok etkilendim yaaa
nedense print edip okuma ihtiyacı hissettim şöyle gözlerimi yormadan
sindire sindire
bir insan böyle güzel cümleler nasıl kurar yaa??
bir kere daha helal olsun

ağzıına sağlık

paylaştığın içinde çok sağol poormisguidedfoll :)
Cevapla