Bu sitedeki lavinya.net forum/panolar sayfası bölümü 22 yıl önce yani 2002 yılında kurulmuş, 11 yıl önce 2013 yılında ise aktif kullanımı durmuştur. Güncel/yeni paylaşım yoktur. Yalnızca arşiv/nostalji için yayına açıktır.

Mektup

Derinden Panolarıdır. Lütfen Şiir Yazmayınız.
Kullanıcı avatarı
sehrikalp
Admin
Admin
Mesajlar: 786
Kayıt: Pazar, Eylül 18, 2005 22:22
İsim: Serkan
Konum: İstanbul

Re: Mektup

Mesaj gönderen sehrikalp »

...

Ne diyeceğimi bilemiyorum. Bir şekilde karşıma çıkıverdin. Çok ani oldu. Hazır değilmişim buna. Hatta aklımın ucundan bile geçmiyordu.

Kabataş civarında bir yerlerde sahil boyunca yürüyordum. Soğuktu hava. Düzensiz düşünceler birikmişti bilincimin karanlık koridorlarında. Ve o koridora açılan bir sürü oda vardı. Kapılardan biri her an açılabiliyor ve o karanlık koridorda bir çığlık uçuşuyor ve nihayetinde duvarlara çarpıp parçalanıyordu. Hiç kimseyle paylaşamayacağım derin, ıssız yalnızlığımla konuşarak ve bir sonuca ulaşma arzusu da gütmeyerek yürüyorduk amaçsızca.

Sen, kaybolmuştun. Ya da ben seni yitirmiştim o koridorda. O odalardan birindeydin ve ben hangi odada olduğunu bilsem bile o kapıyı açmaya cesaret edemezdim. Çığlıkların gelirdi boşluktan, işkence edilen bir insanın kimseye duyuramadığı seslerini duyardım. Ne yapabilirdim ki; susmaktan başka. Susmayı da eylemden saymazsak geriye "hiç" kalıyordu ki; benim tanımım da o üç harften biriydi sadece. Ruhumu bir kaç kelimeye bölmüştüm ve bazı kelimeleri unutmuştum. Unutmak zorundaydım ve o kelimelerden biri daha vardı ki o da üç harfliydi.

Karanlık sahile vuran puslu, uzak ışıkların altında serin bir yağmurla ıslanırken kirpiklerine sızan damlaları gördüm önce. Sonra sarı saçlarını. Kimdin sen? Saçların, hatırladığım kadarıyla simsiyahtı. Bu geceden daha siyah. Gözlerin gibi. Ve tenin tam tersi kara benzerdi. Şimdi sarıydı saçların. Ayaklarını birleştirip sığındığın bank bir uzaklaşıp bir yakınlaşıyordu. Gözlerim tanımıştı seni, ben değil. Onlar unutmak nedir bilmediler.

Peki bu ne demekti? Şimdi nasıl bir izahı olabilirdi bu tesadüfün? Senden üç bank uzakta bir yere oturup önüne eğdiğin başından geçen düşünceleri tahmin etmeye çalıştım. Ne aptalca. Yıllar sonra senin hayatında neyin nasıl gittiğini nereden bilebilirdim. Bu da benim küçük oyunumdu. Tutmazdı tahminlerim. Çünkü hep kendimden yana tahminler yürütürdü beynim. Başka olasılıklar olamazdı.

Yanına yaklaştım aniden yerimden kalkarak. Ayak seslerimi duymanı bekledim. Ne aptalca. Yıllar sonra karşımda duran bu insan çoktan beynimin en arka odalarında kaybolmuş bir siluetti benim için ve onun şu an canlı olarak karşımda duruyor olması mucize değilse neydi?

Buket, dedim, kendi sesime inanamayarak. Bu isim nasıl da tanıdık gelmişti. Ona hiç adıyla hitap etmemiştim o eski yıllar boyunca. Gözlerini kaldırıp bana bakmasıyla birlikte karanlık daha da arttı. Ve ağzından dökülen kelimeler onun da zihninde kayıp kişilerden birinin ben olduğumu anlamamı sağladı. Sen, sen nasıl?

Bilmiyorum, dedim. Sen ve ben bunca yıl sonra ve böyle bir günde ve saatte burada. Bu tesadüf mü?

Tesadüftü tabii. Böylesi tesadüfler herkesin başına kolay gelen cinsten değildi elbet. Hadi ben normal bir insan değildim ve arızalanmış ruhumun yokuşlarında her yorulduğumda kaçardım geceleri sokaklara ama sana ne oldu da buralardasın gecenin bu saati ve bu soğukta? diye soramadım. O da bu veya buna benzer bir soru sormadı. Yalnızca beklemediğim bir şekilde ayağa fırlayarak boynuma sarılıp ağladı uzunca. Onu teselli edecek bir sözcük aradım. Kimdi, tanımıyordum onu. Yaşanmış bir hayatın her karesi değiştirirdi insanı. Onu hangi karede yakaladığımı bilemezdim. O ise daha sıkı sarıldı. Çaresiz ben de ona sarıldım. Ve fakat bu an çok saçmaydı düşününce. Nasıl oluyordu bu anın gerçekleşmesi? Hangi olasılık hesabına uyardı? Sorularla çırpınan ve daralan zihnimi rahat bıraktım. Ona sarılmamı anlamlı kılmaya çalışmakta anlamsızdı. Herşey toptan hayat anlamsızdı. Ne önemi vardı ki, kollarımda sıkıca sarıldığım ilk çocukluk aşkımdı. Hani o ilk heyecan. İlk şiirler, uykusuz geceler, görmek için yaratılan bahaneler ve elini bile tutup hiçbir şey söyleyemeden değiştirilmek zorunda kalınan bir hayat ve anılara gömülen bir şehrin kalıntıları altında kalmış ve küflenmiş bir aşk.

İlk aşkınızı düşünmeyin şimdi. Bu karede anlamı yok o aşkın. Beni yıpratan şey onunla karşılaşmak değil, onu böyle görmekti. Yoksa çocukluk aşkıydı o. Tabii ki yüreğime batan ilk iğneydi ve yeri hep kanardı ama o yüreğe de ondan sonra bir kaç iğne ve hatta çok büyük bir çivi batmış ve hatta saplanmıştı.

İsmimi söyleyen dudaklarına baktığımda o dudakların yüzlerce kez tutkuyla söylediği bir başka ismin sahibi yüzünden böylesine titrediğini anladım.

Sonraki saatler boyunca sabahın ilk ışıklarına kadar sessizce dinledim onu. Sıcak bir sabah kahvesinde ilk yudumlarını içerken kahvemin, gözlerine baktım yine. Hatırlamayı umduğum sisli bir sevdaydı. Ve fakat o siyah gözlerde yeşil bir sis gördüm ve kalbimde saplı o çivinin yeri sızladı. İlk aşk değil sadece bir ağrıydı, hepsi bu. Aşk şimdi yeşil bir çift gözün sahibinde kalmış ve o yeşil sis çok uzaktaydı.

Saatler boyu onu dinlediğim için teşekkürler etti. Yine beni araması için telefon numaramı verdim. Yerinden kalkarken; üzme kendini, tek başına ayakta kalabilirsin. Bunu yapacak gücün var, dedim. Bana ve ta gözlerimin derinliklerine bakarak, yorgun görünüyorsun, dedi. Ama bu uykusuzluktan değil, bir şeyler seni çok yormuş bir gün sen de anlatmak istersen dinlerim.

Kapıya doğru giderken, geri döndü ve biliyordum, dedi. Neyi biliyordun?
O zamanlar beni sevdiğini, biliyordum. En yakın arkadaşın söylemişti. Hep bana söylemeni bekledim. Sana olan ilgimi belli etmek için bir sürü şey yaptım. Belki anladın ama hiç bir zaman gelip bana bir şey söylemedin. Neyse uzak geçmiş. Neden bunu şimdi söylediğimi de bilmiyorum sadece bilmeni istedim.

Bilmemi istediği şeyi zaten ben de biliyordum. O bahsettiği arkadaşımız aynı şekilde bana da onun duygularını taşımıştı. Çocuklukta anlam verilemeyen duygulardan korkardım. Aşkta onlardan biriydi.

Yeşil bir sis çökmüştü gözlerime. Denize doğru diktim gözlerimi. Derin bir nefes çektim içime. Uzaktan geçen büyük bir şilebi izledim uzunca bir süre masamda soğuyan kahveme aldırmadan. Gözden kaybolup giden bir gemiden başka neydi ki anılar?

...
Je est un autre
xpapatyax
Üye
Üye
Mesajlar: 131
Kayıt: Çarşamba, Eylül 5, 2007 20:18
İsim: dilek
Konum: Manisa

Re: Mektup

Mesaj gönderen xpapatyax »

İşgal sonrası çekilen kuvvetler gibi ,ardında kalan sessizlik...
Çaresiz esirler misali...Sıfırlanmak gerekiyormuş,içindeki tüm tıkalı boruları açmak gibi.
Bir yanın koşmak ister,bir yanın zincire vurulmuş.Bir yanın çiçek açıyor bir yanın kurak...
Karanlıkta yüzünü duvak misali örten,sararmış bir eylül uğultusu...
Unutmamak için mezar,hatırlamak için hatıralar...
Aşkın mezarına sakladığımız anılar gibi...
Görünmeyen mezar taşında silinmeyen harflerle yazılmış anılar...
Yıllar sonra aynı sokaklara gidip,aynı anı yaşama isteğiyle aynı kapıyı çalma arzusu...
Açanın aynı kişi olmayacağını bile bile...
Kullanıcı avatarı
sehrikalp
Admin
Admin
Mesajlar: 786
Kayıt: Pazar, Eylül 18, 2005 22:22
İsim: Serkan
Konum: İstanbul

Re: Mektup

Mesaj gönderen sehrikalp »

...

Köşesinde uzunca bir süre tedirgin vaziyette beklediğim sokağa bakıyorum. Geceyarısını çoktan geçmiş saatimin tıkırtılarını bile duyabiliyorum, o denli sessiz. Soğuktan moraran parmaklarımı cebimin derinliklerine daldırarak yürümeye başlıyorum. Yokuş aşağı, tutulmuş bacaklarımla zor da olsa adımlar atmaya çalışıyorum.

Adım adım yarattığım sahte dünyayla yüzleşmeye gidiyorum. Yarı aydınlık sokağın beni tanımazlıktan gelmesine şaşırsam da içimde kalan o son kanser hücresini beslemek, büyütmek için bunu yapmam gerektiğine kendimi inandırmıştım bir kere. O eski evin kapısını açıp oradan çıkmak istemeyen ruhumu ikna etmeliydim.

Sessizce merdivenleri çıkıp evin terasına ulaştım. Derin bir uykuda olmalıydı herkes. Soğuk gecelerde elimde kahvemle şehrin ışıklarını izlediğim köşemdeydim yine.

Tüm kalbinizle sevdiğiniz bir insanı uzun yıllar ayrı kaldıktan sonra gördüğünüzde ne hissedersiniz? Bir düşünün. Gözlerime kazınmış şehrin o esrarengiz görüntüsü içimi ürpertmiş ve kavuştuğum sevgilinin gözlerine bakar gibi içim titremiş, gözyaşlarımla savaşmıştım.

Buradaydım. Ve bu on beş yıl kadar önce değil de sanki daha önceki hayatlarımda yaşanmış bir anı gibiydi. Ve anlamıştım gerçeği. Hayatımı cehenneme çeviren bir kırılma noktası vardı. Belki de daha dikkatli baksam birden fazlaydı.

Bir çok insanın ya da gördüğüm kadarıyla bütün insanların bu kırılma noktalarını atlatma yetenekleri çok fazla gelişmişti. Bir şehirden diğerine zoraki geçişler. Geri dönebilmek için çırpınışlar. Terk edilen sokaklar, sevgililer, arkadaşlar ve zoraki yeni bir yaşam. Ve bu yeni yaşamı her defasında bütün gücüyle reddeden bu yeni yaşama ölümüne direnen bir ruh.

Artık gittiğim her şehir sendin. Nefes aldığım her an sen, ıslandığım yağmurlar senin yağmurların, kar senin beyazlığın...

Ve bu özlemle yaşamaya alışmayı denedim. İçim karardı. Sıkıntılarım, gün oldu yaşanmaz hale getirdi hayatımı. Hayat üstüme üstüme geldi; başka şehirler, sürekli yeni insanlar, içinde bulunmayı hiç düşünmediğim yeni ortamlara itildim. Başım döndü zaman zaman, durup dinlenmeme bile izin verilmedi. Bu düpedüz dayatmaydı. Bir hapishane yaşantısı ancak bu kadar zorlayıcı olabilirdi. Zindanlar ancak bu kadar dar gelebilirdi.

Ve bir de yaşadığım acıları bir dinmiş gibi algılayanlar çıktı. Saatlerce beni dinlemeyi ibadet sayan insanlar oldu. Yaşamını benim acılarımın üzerine kurmaya kalkanlar oldu. Çaresizdi onlar da. Birşeylere tutunmak, tutunmaya çalışmak ne demek bilemezsiniz.

Başlangıçta beni dinleyen bu bir kaç insanın hayatında da kırılma noktaları olduğunu fark ettim. Ya da sürekli bir düşkırıklığı yaşadıklarını düşündüm.

Ve onlardan biri ölümüne aşık oluverdi bana. Ben de hayatın en dibine vurduğum ana denk gelen bu sevgiye sarıldım. Öyle bir kapılmıştık ki ne istediğimizi, ne yaptığımızı bilemez haldeydik. Sabahlara kadar anlatıp duruyordum yaşadıklarımdan duyduğum acıyı. O da bu acıya tapınıp duruyordu. Belki de "bir acıya kiracı" olmak böyle bir şeydi. Aramıza katılan yeni bir kişiyle tarikat gibi sürekli bir arada olma güdüsüyle yaşamaya başladık.

Bir araya geldiğimiz anlarda ortak bir dil kullanıp, kimselerin anlamayacağı dostluğumuzu kutsadık.

Ne var ki; onların sıkıca sarıldığı bu dostluk benim aradığım şeyden çok uzaktaydı. Onlarla birlikteyken garip bir şekilde güçlü hissediyordum kendimi. Söylediğim her şeyi yutar gibi dinliyorlardı.

Tüm bu karmaşanın ortasında kendimi bir gün intiharın eşiğine gelmiş olarak bulduğumda hiç şaşırmamıştım. Eylem adamı olmadım hiç. Sadece her şeyin bittiğine inandırmıştım kendimi ve doğal olarak beklentileri olmayan her insanın vardığı limana varmıştım. Üstelik benim bu alegorik limana vardığım, uğradığım falan da yoktu. Düpe düz açık denizlerde kaybolmuştum.

Onlarla paylaşmıştım bu duygularımı. Ortaya çıkan şey ise kimseyi memnun edecek cinsten değildi. Aramıza sonradan katılan dostumuz bir kaç ay sonra ciddi bir şekilde intihara kalkışmış ve ailesi tarafından güçlükle kurtarılmıştı. Bu olay kendi dünyamın karanlığının ne denli korkutucu olduğunu bir kez daha göstermişti bana. O günden sonra geri çekilmeye karar vermiştim. Çok geç kalmıştım. Bırakmadılar. Kaçmaya, saklanmaya çalıştım, olmadı. Onlara bir şey olacağından korkuyordum. Ve nihayetinde her ikisinden de çok gürültülü bir şekilde koptum. Onca şey paylaştığım bu insanlara uzunca bir nutuk çekmek zorunda kaldığım o uzun geceyi hiç unutamam. Benim başka türlü bir şey istediğimi anlatmaya çabaladım. Onlar da temelde aynı sorunlarla karşı karşıya olduğumuza inandırmaya çalıştılar beni.

Sonraları onlarca kişiden oluşan üniversite arkadaşlarıma sığınmaya çalıştım. Bulabildiğim her ortama girmeye çabaladım. İyi gelmişti bu bana. Yeni dostluklar kurmak, yeni düşler kurmak biraz da olsa uzaklaştırmıştı beni kendimden. Asla ve asla kaçamayacağımı adım gibi bildiğim kendimden...

Şimdi burada, bu soğuk terasta eski bir şarkıyı dinler gibi ne aradığımı anlar gibisinizdir umarım. Geçmişle bir hesaplaşma değil bu. Geçmişte kalan bir mutluluk anını tekrar yaşamak çabası da değil. Bunu yapmak zorundayım. Aynı yerde, aynı havayı soluyarak yaşayamam. Sürekli yeni yerler görmeli, hafızamı buradan uzaklaştırmalıyım. Yeni sokaklar, yeni denizler, yeni yüzler görmeliyim. Beynime doluşmalı yepyeni şehirler. İçimden geçen o şehrin yerine yepyeni şehirler geçmeli yüreğimden. Bu kısır döngüden ancak bu şekilde çıkabilirim.

Ellerimi koruyan cebimin sıcaklığını mutlulukla hissederek uzaklaşıyorum o kırgın sokaktan, mahalleden, caddelerden, şehirden... Kafamın içinde sürekli koşturup duran diyalektik gidiş gelişlere daha ne kadar dayanırım bilemiyorum. Fazla zaman geçmeden uzun bir yolculuğa çıkmayı umut ederek kaçıyorum şehirden.

...
Je est un autre
Kullanıcı avatarı
sehrikalp
Admin
Admin
Mesajlar: 786
Kayıt: Pazar, Eylül 18, 2005 22:22
İsim: Serkan
Konum: İstanbul

Re: Mektup

Mesaj gönderen sehrikalp »

...

Bunca yıl sonra anladım ki, kendime söz geçiremiyorum. Ne yaparsam yapayım hiç bir şeye mecbur edemiyorum kendimi, maharetle uydurulmuş binlerce bahane koyuyorum önüme engel diye. Kızgınım kendime. Başına buyruk davranışlarıyla hayatımı hiç istemediğim şekilde yöneten ben'e dayanamıyorum. Uzun zaman direndim. Hatta üzerine gittim. Zaman zaman da bu defa ben'i yerle bir ettim dediğim de oldu. Sonuçta kazanan hep o oldu. Bir kenara çekilip sessizce onun emirlerini bekledim. Ve böylece hayatım, başlayıpta bitiremediğim bir yığın planla doldu. Bu planlar üzerime yığıldı. Detaylara takılıp kalan aklımı sakin bir denize dönüştürmek için çok güç harcadım, hala da uğraşmaktan vazgeçmedim. Ve fakat hep başladığım noktaya hatta ondan da gerilere döndüm.

Yaşayacağımız yenilgilerin en ağırı kendimize olan mağlubiyetimizdir. En korkunç esaret bile kendi benliğimizin karanlığında hapsolmak kadar ürkütücü olamaz. Yaşamasını istediğiniz o içinizdeki saklı insanı özlersiniz. O kaybolmadıkça da sakin olmanız, yaşamınıza devam etmeniz mümkün değildir. Birçok insan tanıdım, içindeki karanlığı yok sayarak yaşamayı başarabilmiş. Ben bunu yapamadım. Onu yok etmek çözüm değil, dediğinizi duyar gibiyim. Bence onu yok etmek, öldürmek çözümün ta kendisi. Aksi halde yaşamak denen sürgünde baş kaldırmak mümkün değil. O sizi aşağılara çeker. Aşağıda esas yaşamak istediğiniz dünyanın karanlık hayaletleri ve bütünüyle alabildiğine güzelliği vardır. Göz alıcı aydınlıkta bir karanlıktır orası. Belki de insanın kendisi olabilmesi cennetin kendisidir.

Yok etmek! Bu sayede uzayan tırnaklarımızı hayatın kalın derisine geçirebilir, sivrilen dişlerimizi hayatın besili etlerine geçirip ondan bir parça koparabiliriz. Aç ruhumuz kana susamış bir vampir gibi emer hayatın kanını. Ağzımızın kenarında vahşetin izleri...

O kan hayatın kanıdır. O kan inanmak çok zor olsa da o öldürüp bir kenara attığımız, aşağıladığımız kendimizin kanıdır. Kendimizi parçaladıkça hayata tutunuruz. O ölüme yaklaştıkça gözlerimizdeki hayat ışığı çoğalır. Etrafımızı daha net görebiliriz.

Ne bir düş kalır geriye ne de umut denen aldatmaca. Geriye kalan vahşi bir köpektir. Her an yok etmeye hazır. Bir başkasının hayatını mahvetmek için yaşayan aşağılık bir köpek kalır geriye. Başkalarını mahvetmek, onların da köpek sürüsüne katılmasını sağlamak için yaşar. Sürüye katılmayanı parçalamak için amansız takiplere başlarlar. Yakaladıkları yerde de hemen oracıkta parçalarlar.

Hayatı anlatıyorum size. Her an yaşadığınız hayatı. Hani o incindiğiniz, ciddiye aldığınız. Sizi kullanıp bir kenara fırlatan sevgililerinizi anlatıyorum. Bütün sevginizle yaşattığınız aşklarınızın yok oluşunu anlatıyorum. İnanmak için kendinizi zorladığınız bağlılıklarınızı, bütün gücünüzle peşinden koştuğunuz yalanları anlatıyorum.

O köpeğin soluğu hep ensemde. O çirkin yüzünü görüyorum gölgesinin karanlığında. Gücüm yettiği sürece kaçacağım o kana susamış köpekten. Çünkü yok olmak istemiyorum. Bütün renkler beyazsa ben o beyaza düşen cılız bir gölge olmak istiyorum.

Sol omzum sızlıyor. Bunlar senin dişlerinin acısı sevgili. Yıllar önce kanımı döktüğün yerden sızan mavi bir kan lekesisin. O yara kapanmıyor. Senden kaçtım, uzaklardasın. Ama peşimde o kadar çok sayıdalar ki yere düşsem kalkamam. Yere düşmemeliyim, düşmeyeceğim. Çünkü ben bir başkasıdır, çünkü ben bir başkasıdır, çünkü...

...
Kullanıcı avatarı
SERAPben
Takımdan
Takımdan
Mesajlar: 1754
Kayıt: Salı, Şubat 12, 2008 17:06
İsim: SERAP
Konum: Trabzon

Re: Mektup

Mesaj gönderen SERAPben »

Bana mektup yazsana...
Özlem koksun her satırı, her kelimesi sen koksun,
Sen koksun mürekkebi.
Titresin ellerim, titresin yüreğim ve titrerken tüm bedenim;
Mektubunu kaç kez okuduğumu unutayım.

Bana mektup yazsana...
Bekleyişim olsun elim yüreğimde.
Bin merak biriktireyim yolunu gözlerken postacının.
Postacı; gözlerime astığım umudum olsun.

Ve hiçbir satırında ''Kendine iyi bak'' kısaltması bulunmasın.
Kendime iyi bakamam.
İlla gözlerin gözlerimde olmalı ki, gözlerinle kendime iyi bakayım.
Gözlerin gözlerimde yoksa; körüm ben!..

Mektubun ucunu yakmasan da olur,
''Yine yakmış yar mektubun ucunu'' demesem de olur.
Çalıntı şarkı sözlerinin yanılgısına uğramamalıyım mesela,
Mesela yalancı baharın telli duvaklı gelini de olmamalıyım
Kendi kendime hayran, kendi kendime kurban ettirme beni
Mektubun ucunu yakmasan da olur...

Bana mektup yazsana...
Sakın yazamam deme!
Biliyorum daha kendimi adam akıllı anlatamadım sana.
Ve biliyorum daha sözün başındayken her sözü eksik bıraktığımı.
Suskunluğum, kahrolası huyum...
Ne olurdu çözebilseydim içimde biriken duygularımı.
Anlardın, biliyorum anlardın beni...

Dinle;
Başımı koysam da ayın dizine,
İçimden her lahza bin hüzün geçer.
Sığınsam hicranın sessizliğine,
İçimden ya adın ya sözün geçer.

Az dinle, az dinle ve al eline kalemi!
Ruhum kafes içinde tüm zerrem darda şimdi
Ve şimdi ruhuma taht kurmuş felaket bir yalnızlığın esaretindeyim
Gecedeyim, geceyim...

Bana mektup yazsana...
Özlem koksun her satırı, her kelimesi sen koksun,
Sen koksun mürekkebi.
Titresin ellerim, titresin yüreğim ve titrerken tüm bedenim;
Mektubunu kaç kez okuduğumu unutayım.

Anlasana!
Sana yenilmek isteyen bir tarafım var
Hadi yaz
Gelmezsen de olur
Mektubun gelse yeter...
Yaz olur mu...

NOT: Şair SAADET ÜN
En son SERAPben tarafından Salı, Eylül 30, 2008 15:14 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Kullanıcı avatarı
SERAPben
Takımdan
Takımdan
Mesajlar: 1754
Kayıt: Salı, Şubat 12, 2008 17:06
İsim: SERAP
Konum: Trabzon

Re: Mektup

Mesaj gönderen SERAPben »

Günaydın gökyüzü...

Bugün ellerinden tuttum.Hiç olmadığım kadar mutlu oldum biliyor musun.Çok zamandır dokunmamıştım bir hayale.Çok zamandır ısınmamıştım yaşamaya bu kadar.Hani nasıl ''dünyalar benim artık'' der ya insan, o duygu çok hafif kalır anlatmak için ama sen yine de anla olur mu? Senin yüzüne uysun diye sırf, sadece hisset diye en yükseğine çıktım şehrimin ve son nefesime kadar bağırdım.Bilirsin ne söylediğimi sen, bu yüzden sorma.
Şımarık çocuk oldum çıktım bir de kendimle oynuyorum.Bir derin nefes aldım senin adına da, sonra ülkene çevirdim gözlerimi, sonra düşündüm neyi özlediğimi...Bugün biraz soğuktu hava ama önemli değil.Senin kadar üşütmüyor zaten.Rüzgarı bile senden narin, yani o kadar itmiyor gerilere...

Ne düşünüyorum bak...Geldiğimde şöyle küçük bir gezinti yapacağız.Bana yıllarını seninle geçirmiş o şanslı evi göstereceksin tamam mı.Ama oyunbozanlık yok bu defa şu tutmadığın sözlerden ver, yoksa sana uğramayacağım.

Bazen kendime kızıyorum aslında ''hadi'' diyorum ''artık unut.''
''İyi de unutma zamanı mı şimdi, bu da nerden çıktı?'' diye bir daha kızıyorum.Ne yapayım işte hayat bu düzende gidiyor, sanki ben istedim.Sormadın bile ama, neyse.

Şimdilik bu kadar, sana daha sonra tekrar yazacağım.Biliyorum ''başka bir şey yok mu'' diyorsun içinden.Olmaz olur mu...
Dinle sevdiğim; Ben Seni Unutmayacağım!..
Kullanıcı avatarı
Bugfixed
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 2607
Kayıt: Cuma, Haziran 21, 2002 11:11
İsim: Murat
Konum: Giresun
Yaş: 43
İletişim:

Re: Mektup

Mesaj gönderen Bugfixed »

Arkadaşlar bakın konu duyurusunda da belirttik. Lütfen şiirlerin altına şairin yazarın ismini yazın belirtin.! Bu çok önemli bir konu.

SERAPben;
Misal bana mektup yazsana adlı yukarıdaki şiire şairin adını yazın.
Şiir sahiplerinden devamlı haklı uyarılar gelmekte..
Beklediklerim kalır uçan uçurumlarda..
.Terazinin Hüznü.
Kullanıcı avatarı
SERAPben
Takımdan
Takımdan
Mesajlar: 1754
Kayıt: Salı, Şubat 12, 2008 17:06
İsim: SERAP
Konum: Trabzon

Re: Mektup

Mesaj gönderen SERAPben »

Aslında bu yazının kime ait olduğunu bilmiyordum bilgim olmadığı için de alıntı yazmam gerekirdi, haklısın Murat :oops: Uyarıyı yazdığın için teşekkür ederim.Az önce nette araştırıp buldum yazarın adını.Bundan böyle daha dikkatli olurum tekrar teşekkür ettim.
saadet
Yeni Üye
Yeni Üye
Mesajlar: 1
Kayıt: Salı, Eylül 30, 2008 03:27
İsim: Saadet

Re: Mektup

Mesaj gönderen saadet »

Merhaba
Alıntı şiirlerin altına şair adının belirtilmesi gerektiği konusunda hem uyarıda bulunan hem de bu uyarıyı dikkate alıp, kırılmadan darılmadan gerekli düzeltmeyi yapan arkadaşa çok teşekkür ediyorum.

Gönlünüzce olsun herşey.
İyi bayramlar...


Sevgi ve saygı ile

Saadet ÜN
Kullanıcı avatarı
SERAPben
Takımdan
Takımdan
Mesajlar: 1754
Kayıt: Salı, Şubat 12, 2008 17:06
İsim: SERAP
Konum: Trabzon

Re: Mektup

Mesaj gönderen SERAPben »

Saadet Hanım öncelikle anlayışınıza için ve uyarıda bulunan Murat'a teşekkür ederim.Ki bu uyarı sayesinde sizi tanıma fırsatı buldum.Şiirlerinizi okuyorum 2 gündür.Sizin hakkınızda bilgi edinmek, güzel şiirlerinizi ve yazılarınızı okumak beni mutlu etti.Bundan sonra sizin o güzel şiirlerinizi paylaşmak istiyorum tabiki adınızı belirterek :wink: 1.kez yazar ismini belirtmeyi unutmuştum yazmadığımı fark edince de tekrar düzeltip eklemiştim.Ama ''Bana Mektup Yazsana'' adlı yazınızın yazar ismini bilmediğim için alıntı diye not düşmeyi de unutmuşum.Sonra da uyarıyı okuyunca ilk işim sizi araştırmak oldu.Tekrar sizden özürü bir borç bilip bu vesileyle sizin eserlerinizle tanışma imkanına vardığım için de seviniyorum :)
İyi bayramlar...Sevgi ve saygılarımla!..
recebemre
Üye
Üye
Mesajlar: 160
Kayıt: Çarşamba, Şubat 15, 2006 00:08
İsim: Recep
Konum: Bursa

Re: Mektup

Mesaj gönderen recebemre »

... Bir Ayvalık...*


Nal sesleri, iyot kokusu, terleyen ellerim arasında ellerin ve Sen.

Bir fayton gezintisi. Havada insanın derisine yapışan iyotlu bir esinti.Yan yana oturuyoruz. Feri, yıldızlardan ziyade gözlerini, açıp kapatarak, yıllardır suskunken henüz konuşmaya başlamışçasına aralıksız konuşuyorsun. Her zaman öyleydi; daha ziyade zevk veriyor, dinlemek bu kez. Farkına varmasam da mutluluğum yüzüme; yüzümden de gözlerine aksetmiş, olmalı. Heyecanlıyım! Heyecanlısın!
...
Beyaz, beli dar, parçalı bir gömlek var üzerinde. Kırmızı oyalı bir desen, gömleğinin sol göğsünde. En üst iki düğmesini iliklememiş olsan da boğazına doğru genişleyip, sivrilen yakaların, kolalı... Esen rüzgâra ve faytonun hızına rağmen aşağı doğru daralan bir aralık şeklinde sabit tutuyor. Gece mavisi, denim bir pantolon sarıyor, bacaklarını. Gömleğinin etek ucu, inip; belini örtüyor. En alt düğmesini de iliklememişsin gömleğinin, darlığını genişletiyor. Arasından taşlı tokası gözüküyor, yine beyaz deri kemerinin. Bacak bacak üzerine atmışsın… O sevimli ayaklarına, burnu sivri, yüksek ince topuklu, deriden bağcıklarını bileklerine doladığın, açık, beyaz ayakkabılar geçirmişsin. Saçlarını dalga dalga yapmışsın. Başının üzerine yerleştirdiğin güneş gözlüklerin topluyor, zülüflerini başının iki yanında. Ay parçası yüzün daha da belirginleşmiş. Gözlüklerinden sıyrılmayı becerebilen saçların, rüzgârla havada dalgalanıyor.
Bana bakıyorsun…
Aksi esen rüzgâr, başının sağ yanından dalgalanan, gözlüğünün esaretindeki zülüflerini, yüzüne vuruyor. Sağ elinle yüzünden çekiyor, parmakların arasında bir anlığına dolandırıp, tekrar rüzgâra salıyorsun. Tırnakların, eskisi gibi uzun değil. Kesmişsin ve vişneçürüğü ojenden vazgeçmişsin.
Hiç huyum değildir;
...


Devamı


*Alıntı değildir!...
Kullanıcı avatarı
sehrikalp
Admin
Admin
Mesajlar: 786
Kayıt: Pazar, Eylül 18, 2005 22:22
İsim: Serkan
Konum: İstanbul

Re: Mektup

Mesaj gönderen sehrikalp »

...

Burada beklemek hiç keyifli değil. Avucumda üç yıl önce terk ettiğim sigara paketi. Her an yakabilirim korkusuyla bekliyorum. Gece yarısına doğru ortalık iyice sessizleşince paketi açtım. Son bir aydır anlayamadığım bir şekilde sigara özlemi duyuyorum. Kokusu gelse tiksiniyorum, yine de içmek, hem de ard arda içmek istiyorum. Kafamı bulandırmam gerekiyor. Hatta daha da kafa yapıcı şeyler aklımdan geçiyor.

Sessizce gelen ve dipten vuran bir dalga bu. İçimde salgın hastalık gibi yalnızlık duygusu. Kimselere anlatamadığım bir anlamsızlık. Yıllarca; anlatsam ne olacak ve hatta anlasa biri ne olacak, diye kendimi çocuk gibi kandırdım. Günlerce, aylarca, yıllarca konuşmak konuşmak konuşmak istiyorum. Eksilen ne varsa geri getirmek istiyorum, ömrümden. Yıllardır yaşamak zorunda kaldığım hayatı anlatmak, keşkelerimi ortalığa dökmek…
Pişmanım, evet…

Bunu kabul etmek otuz beş yılımı aldı. Söyleyemediklerim içimde birikti. Kendimi avutmam lazım. Ne şekilde olursa olsun. Unutmam lazım kendimi. Unuttuğumu sanmıştım.

Pişmanım; hayatımı değiştirebilecek gücüm olduğuna inanmadığıma. Bir köpek gibi sokak köşelerinde sürünsem de kendi yoluma gitmeliydim. Kimselere aldırmadan yaşamanın bir yolu vardı. Çok korktum! Ya başaramazsam, ya geri dönmem gerekirse.

Seçme şansım oldu. Bir defa çekip gittim. O gün ne olduysa bana dönüp sessizce odama gidip uyudum. Günlerce çıkmadım yataktan. Çalan telefonlarda adımı sordun defalarca, yok, dediler. Yalan değildi, yoktum sahiden.

İlk sigaramı yaktım, sokakta gizli bir köşede. Gözlerimden yaşlar geldi. Saatlerce öksürdüm. Kendimi döve döve tiryaki yaptım. Sonra günde bir paket ve iki, bazen daha da fazla. Ne bir arkadaş sebep oldu, ne de çevremdeki herhangi biri. Bir halt varmış gibi inandım sigaraya. Ne bulursam içtim. Hepsini denedim. Askerde içmediğim türü kalmadı. Güzeldi be. Hiçbir halta yaramasa da, hafif bir keyif katardı dakikalarıma. Çay-sigara, kola-sigara, kahve-sigara…

Siteden bir dostumun da dediği gibi durmadan, sebep ne olursa olsun, her cümlenin sonunda “bir sigara daha”…

Keyifli değil burada böylece beklemek. Azıcık ciğerlerime çeksem, bir defa. Ne olur ki? Günde bir tane içerim. Bir saat belirlerim, sadece o saatte, yalancı bir ödül gibi.
Kim inanır, buna benden başka. O hain keyif böyle başlar. Sonu da yoktur.

Pişmanım çekip gitmediğime. Kendim gibi olabilmeyi başarabilirdim. Yüzümdeki sayısını unuttuğum maskeler daha az sayıda olurdu ya da hiç olmazdı. İçimde büyüyen bu sıkıntı olmazdı. Gecenin yarısı bu yazıyı yazmazdım.

Günler sonra yine sokakta, karşılaştık. Ben bir an bulup kaçabilirim zannederken, gözlerime baktın uzaktan ve elimde yanan sigaraya. Sorulara boğmadın beni. Neler oluyor sana, demedin. Az çok tanımıştın beni. Ağır ağır yanıma gelip elimi tuttun. Yanağıma dudaklarını değdirdin, gözümden akan yaş dilinde tuz tadı oluverdi. Başını omzuma koyup sadece ‘git’ dedin. Gidemiyorum, diyebildim. Kalmanın sebebi ben değilim biliyorum, üzme kendini. Ama gitmelisin, sen hiçbir yere ait değilsin. Ait olmayı seçersen, kalırsan mahvolursun.

Pişmanım, kaldığıma. Sen de yoktun üstelik. Kaldım evet, ama seni de yitirdim. Bütün dostlarımı yitirdim. Yaşadığım, nefes aldığım şehri yitirdim. Senden sonra sana duyduğum o şey her neyse onu bir başkasına duymak istedim. Yaklaştım hatta. Kime inansam sen oldun, kime seni seviyorum desem, bir güvercin kanadıyla sana uçuverdi kelimelerim.

Burada böylece beklemek, karanlık denize bakarak, çok sıkıcı be. Yakılmaz mı bir sigara…

Yakılmaz! Yanmaz kalarak ateşe verip yok ettiğin her şey, kalarak içine gömdüğün ceset, kalarak yarım bıraktığın sevda, kalarak terk ettiğin şehirler… Düşününce yitip giden ne çok şey olmuş fark ediyorum. Ne yani, tüm bunlar olmasa olmaz mıydı? Elimden alınanlara sesim çıkmadıkça daha beteri mi olmalıydı? Bundan sonra sırada ne var ha? Ne var ne ne? Daha fazla canımı acıtmak için yeni sürprizlerin ne? Kaldığım için mi bu işkence, yoksa sana boyun eğdiğim için mi?

Parmaklarımın arasında ezilip giden sigara paketinden rüzgarla etrafa savrulan tütün parçalarının kokusu geliyor belirsizce. Sabah olmuş çoktan. Aniden kalkıp hızlı adımlarla uzaklaşıyorum oradan ve doğruca hesabını kendime veremediğim hayatıma gidiyorum. Hayat-ım, ben geldim. Kapıda kızım Rüya’m. Baba bana ne aldın?

Sana hayatımı aldım, kızım.

...
Je est un autre
Cevapla